VERDİKLERİN SENİNLE
Derler ya hani; ‘’iyilik yap denize at, balık bilmezse Halık bilir.’’ diye, bu sözün hakikatini gördüm ve göstermek istedim. Sadece kendimizi düşünerek yaşadığımız günümüz dünyasında iyiliğin gücünü bir nebze olsun göstermektir niyetim.
Benim bir babaannem var, 70’li yaşlarında şu anda. 4 yaşından beri fiziksel olarak hiç durmadan çalışmış ve bundan çok da zevk almış birisidir. Köy hayatında yapılabilecek ne kadar çok iş varsa hepsini yapmış. O da yetmemiş diş çekmeyi bile öğrenmiş. Köyün dişçisi konumundaymış adeta. Tabi bizim de dişçimiz oldu. Bir kerpeteni, ispirtosu ve pamuğuyla acıtmadan güzelce diş çekerdi. Ama kendini aşan bir durum varsa müdahale etmez, diş hekimine gitmen lazım diyerek gönderirdi.
Babaannemin hayatı adanmışlıktı baştan sona. Kendisi için değil de başkaları için yaşamanın bariz bir örneği. Evleneceği insanı bile kendisi seçememiş, sırf babası istediği için ağlaya ağlaya razı gelmiş. O zamanlar asalet önemliymiş çünkü…
Bayburt’un bir dağ köyünde, dört çocuk sahibi olmuş. Bir oğlu henüz 6 aylıkken vefat etmiş. Onun dediğine göre nazardan… Üç oğlan bir kız çocuğu ile hayat mücadelesini sürdürüyor halen. Dağlarda türküler söyleyerek odun toplamak, tarlaları ekip biçmek, hayvanların hizmetini yapmak; çocukların hizmeti, ev işleri hepsi omuzlarında. Zamanın maddi olanaklardaki kısıtlılığı dedemin Avusturya’ya çalışmaya gitmesine sebep olur. 27 yıl dedem gurbette, babaannem evinde, bağında bahçesinde çalışır. Ama babaannem öyle bir çalışır ki, dedemin kazandığını yiyemeyecek kadar… Onun kazancı başkalarının olurken, babaannem dişiyle tırnağıyla didinir durur. Kendine özel bir hayatı olduğunu hiç görmedim. Hatta çarşıya bile gittiğine şahit olmadım kendisinin.
Annem ve babamın evlenmesiyle Bursa’ya taşınırlar. Eski düzenini burada da devam ettirir. Ben bildim bileli babaannemin eli ayağı toprakta. Nasır tutmuş ayaklarını toprağa değdirmekten o kadar zevk alır ki… Zaman geçtikçe toprakla bağı daha da arttı. Boş bir toprak parçası görmeye tahammülü yoktur. Bulduğu yere ihtiyaç yoksa bile mısır ve ay çekirdeği atar. Bahçeye girince saatlerce çıkmaz. Yemeği bile düşünmez. Ben biraz büyüyünce anlamaya başladım onu. O aslında hayatın acılarında kaçıyordu. Birlikte çapa yapardık mesela, başlardı ağıt yakmaya. O kadar çok sevdiğini kaybetmiş ki; kolay mı öyle yaşamak! Evlat acısını tatmış, 18 yaşındaki kız kardeşinin ölümü, anne-baba ölümü, 29 yaşında bir kız kardeşinin kanserden ölümü, en sevdiği arkadaşının (ki birlikte evine çok giderdik) ölümü, 18 yaşındaki torununun ölümü ve daha bir sürü kişinin ölümüne şahit oldu. Ağlaya ağlaya çalışır dururdu işte. Çalışmasa hiç duramazdı herhalde.
Ölüm değil ki dünyanın bir derdi. Dertler derya olur çeker içine insanı. Herkes kendince bir teselli bulur kendine, o da çalışmayı seçti. Ona sorarsanız o çalışmazsa hepimiz açlıktan ölürüz. Babam evini geçindiremez mesela. Taşıma suyla değirmen dönmez! Çoluk çocuk, kim varsa kızar: ‘’ bu kadar çalışmak olmaz ki. Tamam, illa da çalışacaksan, yeteri kadar ek bahçeleri. Ne gerek var dünyalar kadar meyve sebzeye!’’ vücudundaki kemiklerin yerleri bile değişti artık, sürekli eğik halde durmaktan. Ben çalışıyor diyorum ama, siz onu normal algılamayın. Ektiği mahsulün haddi hesabı yoktur. Ve satılık da değildir. Ev halkı için… Ailenin ihtiyacının çok çok ötesinde üretiyor babaannem. Neden mi? Paylaşmak için. Konu komşuyla, gelen giden misafirle, tanımadığı kirada oturan köy halkıyla paylaşmak için.
Her akşamüstü elinde bir poşet sebze/meyve ve 5 litre süt birisine götürür. Özellikle de kirada oturanlara. Çünkü onlar nasıl geçinir haberiniz var mı, aybaşı hemen gelir; marketten taşımayla doyulur mu?
Birinin düğünü mü olacak; ceviz ile süt götürülür, tatlı yaparlar şimdi ihtiyaçları vardır. Cenaze varsa tencereler yemek doldurulur, taşınır sahibine… Misafir geldiyse şayet, kesinlikle eli boş gönderilemez. Kendisi bir yere misafirliğe gidecekse, gittiği evin günlerce yiyip bitiremeyeceği kadar nevale götürür. Hasta varsa etrafında hele, hiç boş bırakılmaz evi. Neden bu kadar çalışıyor dersiniz? Çünkü ‘’yediğim değil verdiğim benimle gelecek’’ der her zaman. Ben vermezsem yaşayamam der.
Birkaç aydır babaannem çalışamıyor. Kendisi pankreas kanseri teşhisini yeni aldı, ne zamandır bu hastalık içinde bilemiyoruz. Çünkü bu yaşına kadar herhangi bir hastalık geçirmedi, doktora gitmedi. Tansiyon, şeker, kolestrol onun şehrine hiç uğramadı. Bir anda düştü yatağa. İlk zamanlar çok acı çekti. Sonra bir anda tüm acıları durdu, ama ayakta durmaya hali yok. Kaldı ki elini bile kaldıramıyor. Kendisi hastalığını bilmiyor. Beyninin sol tarafı görevini yitirmiş, hastalık hücreleri ele geçirmiş o bölgede. O yüzden de acıyı hissetmiyor. Doktorlar dahi inanamıyor bu duruma. Hastalığın şu evresinde diyorlar, acısının şiddetinden öyle bir bağırır ki komşular bile uyuyamaz…
Dağ gibi bir kadının bir anda yatağa düşmesi, gün geçtikçe erimesi beni mahvediyordu. Her gün sürekli ağlıyorum ve inanamıyorum. O ki, birisi hasta olunca acısını derinden hisseder ve ağlar dualar eder. Şimdi onun hasta olması beni benden alıyordu. Ama son halinde tabii ki çok üzülüyorum. Lakin içim o kadar rahat ki… Acı çekmiyor! Kıvranmıyor! Ağlamıyor! Eski gücüne kavuşacağını düşünüyor…
Verdiklerim benimle gelecek, yediklerim değil dedin ya babaanne, onlar seni hiç bırakmamış. Seni öyle bir sarmışlar ki, bu dünyadan göçerken bile yolculuğun meşakkatini sana hissettirmeyecekler. Ölüm hak ve bir gün hepimize gelecek. Artık ağlamıyorum öleceğini düşünerek. Çünkü Allah ölümün de güzelini versin. Sen acı çekmiyorsun ya çok şükür, o yeter bana…
Ay çok duygulandım Hümeyracım
Rabbim babanecegine hayırla şifa versin inş. Tez vakitte..
Görmeden çok sevdim teyzeyi kıyamam ona bir daha ziyarete gittiğinde bizden de selam ilet inş.