Şiddetsiz İletişim

 

     Hayatımızın en önemli kaynaklarından birisi istisnasız iletişimdir. İnsanların varoluşunun diğer insanlarla birlikte anlam kazandığını, tek başına yaşamanın imkansız olduğunu düşündüğümüzde, iletişimin önemini kavrayabiliriz. Peki, önemli olduğunu düşündüğümüz iletişime ne kadar önem veriyoruz acaba?

Vermiyoruz, veremiyoruz. Ama neden?

Bunu günlerdir düşünüyorum. Kitabı okuyalı çok zaman oldu. Zaten uzun sürede ve sindire sindire okudum. Üstünden birkaç kitap daha geçti.  Ancak hakkında yazabilecek gücü ve dinginliği kendimde buldum.

İlk insanları düşünüyorum. Aletleri henüz üretmemiş, doğanın bir parçası olan, mağaralarda yaşayan, mağara duvarlarına resimler yapan, avlanan, göçen. Bir toprak parçasında yerleşmemiş, ihtiyaçlarını karşılayan, fazlası için birbirine saldırmayan insanları düşünüyorum. Onların birbirleriyle iletişimi şu anda bizlerin çözemediği derecede zor muydu? Sanki öyle değildir gibi geliyor.

İnsanlar okumayı yazmayı öğrendi, icatlar yaptı, çağlar atladı ve hala daha gelişiyor. Ama iletişim becerileri de bir o kadar zayıfladı. Yaşam koşulları gelişip giriftleştikçe temel becerilerden yoksunlaştık. Kitaba dönecek olursak böyle bir anlatım yok. Benim yorumum tabii ki. 🙂

Şiddetsiz iletişimin odak noktası özümüzde var olan şefkattir. Kitabın üzerinde durduğu konu  doğamızdaki şefkat. Ama bir şeyler bizi bu şefkati kullanmaktan bizi alıkoyuyor. Mesela değer yargıları. Bir başkasının davranışını ya da görüntüsünü kendi değer dünyamıza göre yorumladığımız zaman o kişinin ne olduğuna dair etiketlemeler yapıyoruz. Konuşmalarımızda bu yargılarımızı kullanıyoruz. Bu tür ifadelerin kullanımıyla oluşan iletişim ortamlarında şiddet kaçınılmaz oluyor. Şiddet tabii ki sadece fiziki şiddet değil, daha çok sözel ve psikolojik şiddetten bahsediliyor, ki bir sonraki aşama zaten fiziki oluyor.

Bu alanda yapılmış araştırmalarda; ülkelerin edebiyat eserlerinden örnek bazı parçalar alarak, bu eserlerde insanları sınıflandıran ve yargılayan sözcüklerin ne kadar sıklıkla kullanıldığı incelenmiş. İnsan ihtiyaçlarının önemsendiği kültürlerde şiddet olaylarının daha az, insanların birbirlerini ‘’iyi’’ ya da ‘’kötü’’ olarak etiketledikleri ve ‘’kötü’’ olanların cezalandırılmayı hak ettiğinin düşünüldüğü kültürlerde ise daha çok olduğu görülmüş. Aynı şey aslında sürekli yaşadığımız durum. Bir olayın sonunda o olayı ya da yapan kişiyi kendi yorumlarımızla anlatmak. Halbuki yorumladığımız zaman durumu anlatmıyoruz ve işi tamamen farklı bir noktaya getiriyoruz. Anlamaktan ziyade yargılamaya başlıyoruz. Anlamıyoruz ve anlaşamıyoruz. Mesela çokça empatiden bahsediyor. Empati zannettiğimiz şeyin aslında ne olduğundan.

Bu bölümü okurken yüzüm kızarmaya başladı. Çünkü benim de yetiştiğim ortam değer yargılarının önemli olduğu bir ortamdı. İyiler/kötüler beynimde o kadar çok hüküm sürüyordu ki, bu benim insanları olduğu gibi kabul etmemi engelliyordu. Tabii kitabı okurken geldiğim noktada artık bakış açım farklıydı. Ama yakın zamana kadar görüş mesafem daha farklıydı.

Kitapta şiddetsiz iletişimin öğeleri belirtiliyor ve ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor. Gözlem, duygu, ihtiyaçlar ve istek/rica iletişimin sacayağı. Biraz önce girdiğim ilk insan konusuna dönersek belki anlatmak istediğim konu aydınlanır. Her şey aslında o kadar basit ki. İçinden çıkamadığımız bir matematik probleminde geriye dönüp, bir ‘ verilen, istenen, çözüm’ şeması çizmek gibi.

Tatilde annemin evindeydim ve kitap da yanımdaydı. Bir gün babam öğlen yemeği için eve geldi ve annemle konuşmalarında tansiyon yükselmeye başladı. Bu yıllardır var olan çok tanıdık bir durum benim için. Annem yüksek perdeden gün boyunca yaptıklarını ama karşılığında hiçbir şey yapmıyormuş gibi görüldüğünü, hiç anlaşılmadığını vs anlatıyor (ki gözleri iri ve akmaya hazırlanmış nehir gibi) babam ise gayet rahat ve umursamaz tavırla karşılık veriyor. Tam o andan koşup kitabı aldım elime ve bir dakika şunu dinleyin dedim: ‘’ihtiyacı olan şeyi istemekten çekinen bir kadın, basitçe çok yoğun bir gün geçirdiğini, yorgun olduğunu, dinlenmek için kendine biraz zaman ayırmak istediğini söyleyemez. Bunun yerine, ağzından çıkanlar daha çok bir davada yapılan bir savunmaya benzer: ‘’biliyor musun, bütün gün kendime bir dakika bile ayıramadım. Bütün gömlekleri ütüledim, haftalık çamaşırı yıkadım, köpeği veterinere götürdüm, akşam yemeğini hazırladım, öğle yemeklerini paketledim ve bizim blokta oturanların hepsini toplantı için aradım; (yakarırcasına) o yüzden acaba?’’ dediğinde ‘’olmaz!’’ cevabı hemen gelir. Kadının ‘’sızlanmaları’’ dinleyicide şefkat yerinde direnç uyandırır. O sözlerin ardındaki ihtiyaçları duymakta ve onlara değer vermekte zorlanır. Dahası, kadının almaya ‘’hak kazandığı’’ ya da istediğinin kendisine ‘’verilmesi gerektiği’’ doğrultusundaki zayıf savunma girişimlerine de olumsuz tepki gösterir. Sonunda konuşmacı, ihtiyaçlarını olumlu yanıt almaya uygun ifade etmediğini anlayamadan, ihtiyaçlarının önemli olmadığına tekrar inanır.’’

Ben okudukça babam ‘’heh işte, aynen öyle oluyor…’’ diyerek beni onayladı ve kahkaha atmaya başladı. Bir an sevindim bir şeyler gösterebildiğim için ama bazı şeylerin değişmesi için çok zaman gerekiyor.

İhtiyaçların dile getirilmesi bu kadar zor mu? Toplumsal yozlaşmanın, suçların, şiddetin diz boyu olduğu günümüzde en başa dönüp ihtiyaçlara odaklanmak, şefkat diline kavuşmak, empatiyi becerebilmek o kadar elzem ki…

Bu kitabın tüm dünyada okunması zaruri olmalı, okullarda ders olarak verilmesi lazım. Çocuklarla kurulan iletişimde bile sihirli bir değişim yaşanıyor. Henüz tam anlamıyla hayatıma işlemeyi beceremedim ama değiştiğimi ve basamak atladığımı söyleyebilirim.

Benim başucu kitabım olarak yerini aldı; anlatmak için çok iyi cümleler kuramadım ama şahsım adına önemli birkaç noktayı göstermeye çalıştım. Eminim kitabı okuduğunuzda abartmadığımı anlayacaksınız ve yeterince teşvik edici bir yazı yazmadığımı bile düşüneceksiniz. 🙂  Yanımda üç çocuk varken ancak bu kadarını yapabildim. Kitapta Mevlana’ya ait olan bir söz vardı, onunla bitirmek isterim:

‘’Doğru ile yanlışın ötesinde bir yer var. Orada buluşalım.’’


One comment

  1. Aldim listeye.. Baska bir kitapta okumustum biz anlamak icin dinlemiyoruz,savunma yapmak icin dinliyoruz’ diyordu..Burada da savunma yapmak icin anlatiyoruz var sanirim ,anlaşılmak icin degil..Ah şu iletişimsizlik …Ne zorlu aşamalardan geçmiş aslinda ilk cağlardan beri..Ama zaman geçtikce daha da zorlaşmiş sanki..

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir